Katılımcılar

Prof.Dr. İncilay Yurdakul
“Sonsuz Katmanlar Kenti İstanbul”

Herman Kahn’a göre; ‘Eğer bir şeye yeterince uzun bir süre bakarsanız en sonunda onu harekete geçiren temel güçleri görürsünüz’. Aynı temel güçlerin geleceği de harekete geçiriyor olması olasıdır. Ama değişen çevrelerin koşullandırdığı farklı yollarla. 

İstanbul’a farklı bakış açılarıyla çok dikkatle baktığımız zaman aslında bize çok karmaşık gelen olgunun analiz edilebilir olduğunu algılarız. İstanbul kuruluşundan bu yana büyük göçler almıştır. Bu göçlerin yarattığı büyük karmaşada çözümsüzlük yaşayan insanlar, bunların ekonomik sorunları, umutsuzlukları İstanbul’da yaşamsal büyük uçurumlar yarattı. Bu uçurumlara itilen insanların biriken suçları ve yaşanan insan hakları ihlalleri tüm bunlar İstanbul’un büyük çelişkileridir. Bu çelişkiler insanlık ideallerini hüsrana uğratmaktadır. 

Kimi toplum katmanlarında büyük ekonomik ve sosyal baskılar yaşanırken, İstanbu’un ışıklı, parlak semtlerinde ise yarışan büyük markalar ve büyük şirketler arasında, yalnızca ruh sıkıntısı hisseden ve sürekli harcayan elit toplum kesimi gününü gün etmektedir. Bu yaşananların vitrinlere yansıyan ışığı, göz kamaştıran pırıltısı, ışıklı elektronik reklamlar, büyük televizyon reklamları, gözalıcı billboardlar ve kent mobilyaları arasında İstanbul’un binbir yüzünden bir kısmını izleriz. Bu ölümcül rekabet çağında hayatta kalmaya çalışan bu oluşuma Jack Trout gibi de bakabiliriz. ‘Farklılaş ya da öl’ deriz. Ve bu dünya bize Baudrillard’ın simülasyonlar evrenini düşündürür. 

İstanbul’a baktığımızda çağdaşlık, demokrasi, insan hakları gibi kavramların içeriğinin doldurulamadığını görürüz. İstanbu’un bu durumu insan onurunu korumayı, insanın maddi ve manevi gelişmesini sağlayan en doğal ve temel haklarını düzenleyen, haklar sistemi olan insan haklarıyla ve toplumsal mücadele süreçleriyle kara mizah bir çelişki yaratmaktadır. Bu dinamik süreç İstanbul’da çok yoğun yaşanmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi içeriğiyle de ifade edilen özgürlüklere karşın bu haklar yaşanamamaktadır. 

Son yılların İstanbul’u sonsuz katmanlar halinde dev bir şantiyeye dönüşmüştür. Bu dev şantiye, ekonomiyi yöneten egemen katmanların görüş açısına göre diğer insanlar için sıkı duvarlar ve çitlerle çevrilen, bir anlamda doğadan ve yeryüzünden kopuşu da gerçekleştirerek büyük habishanelere dönüşmektedir. 

İstanbul’a yönelik özetlediğimiz bu görüşlerden hareketle İstanbul’un büyük çeklişkilerle dev bir yumak haline gelen büyük sorunları katmanlaşarak ve yuvarlanarak çığ gibi büyümektedir. Bu sonsuz katmanlaşma sıradan insanın günlük yaşamına da acımasızca biçim verecek güçtedir. Bu analizler tasarımlarımda birbirini izleyen 2x2 metrelik dört temel kare yüzeyden oluşan dikdörtgen bir birleştirilmiş yüzeye dönüşecektir. Ayrıca iki yüzey daha önerilerek izleyicilere tasarım yapma önerisi sunulacaktır. 

Birinci yüzey, İstanbul minyatürlerindeki şiirsel, güzel, mistik ve yaşama sevinci veren, minyatür resminden hareketle çalışılacaktır. Bu İstanbul’un tüm güzellikleri içinde bulunduran ‘pure’ halidir. Yüzlerce yıllık kentsel değişim; kare yüzeylerin üstüne katmanlı olarak çalışılacaktır. Yüzeyler şeffaf şekilde oluşturulacaktır. Şeffaf asetat yüzeyler üzerine düzensiz geometrik (yamuk, beşgen) biçimlerle üst üste yerleştirilmiştir. 



İkinci yüzeyde, İstanbul’da tarihsel sosyal yaşamın değişim görsel tasarımlarla verilecektir. Birinci yüzey minyatür resminden hareketle Osmanlı’nın klasik sosyal yaşamı, ikinci yüzey İstanbul’un günlük yaşamını simgeleyen Beyoğlu’ndan bir görüntü, üçüncü yüzey 21. yy’daki kentsel dönüşümü simgeleyen görüntü üst üste şeffaf yüzeyler halinde çalışılmıştır. 




Üçüncü yüzey tasarımında ulaşım sorunu İstanbul sokaklarındaki trafik şiddeti çalışılmıştır. 




Dördüncü yüzey, küreselleşen dünyayla pararlel hareket eden İstanbul’da oluşan tüketim toplumu ve hedef kitle birlikteliği ile çalışılmış olan bölümdür. 



Büyük Alman şairi ve düşünürü Johann Wolfgang von Goethe, insanlığın üç bin yılın hesabını göremeyen karanlıkta yolunu bulamayacağını; ancak günü gününe yaşayabileceğini söylemektedir. Yaşamımıza değer yükleyebilmemiz için düşünmemiz, tüm yaşamımızı sorgulamamız gerekmektedir. Ancak böyle bizim için kurgulanmış yanlış ‘gelecek senaryolarını’ engelleyebiliriz. Bu projede dört tane tasarımlanacak yüzey dışında iki tane de boş yüzey kullanılacaktır. Medyadaki şiddet bu yüzeyde gazeteciler tarafından oluşturulacaktır. İkinci yüzeyde o anda doğaçlama bir tasarım grubu oluşturulacak ve İstanbul için bir gelecek senaryosu görselleştirlerek çalışılacaktır. Bu çalışmalardan oluşturulan sonuçlardan 50x50 cm’lik kağıda basılmış görseller kağıt toplayıcılarına verilerek kentin değişik yerlerine yayılması ve asılması sağlanacaktır. Son bölüm provokatif anlam taşımaktadır. 


Öğr.Gör. Elif Varol Ergen

"İstanbul ve “Kitlesel” Kusurluluk Üzerine"

Çağın saldırgan ve yıpratıcı düzeninin bir getirisi olarak yabancılaşma, hissizlik ve güven kaybı sürekli yer değiştirmelerin ve sosyal pasifleşmenin oluşumunu zorunlu kılar. Birey değişken ortamlarda ve süreçte alışıldık kavramları yeniden şekillendirmektedir. Değişen değerlerin yeni tanımları bu modern ıstırabın ve yabancılaşmanın en güvenilir barınak olan evimizin içinde bile yayıldığı bir dönemin anlatımı gibidir. Öncelikle kalabalık kitlenin içine karışma arzusu, göç daha sonra da bu kitlenin öz benliği taciz edişi ve kişisel erozyonlar peşi sıra yaşanmaktadır. Hemen yanımızdaki bir yabancıdır, merak ettiğimiz yada bizi rahatsız eden duvarın arkasındaki de bir yabancıdır. Öte yandan bu merakın ve devinimin sonu asla gelmez.

“Kitlesel” Kusurluluk başlığı, dürtüler, göç, insan doğasının zayıflığı ve yabancılaşma kavramlarını; modern insanın bir arada yaşamakla ilgili tecrübe ettiği sosyal sıkıntılar, değişim ve paylaşım yoksunluğunu başka bir deyişle kalabalığın bir parçası olma durumunu sorgulamaktadır.

    


Sergileme ve Teknik:Sergi için seçilen tasarım elemanları çoklu tekniklerle üretilen illüstrasyonlardır. Manuel ve dijital ortamların bir arada kullanılacağı slogansız illüstratif anlatımlar dışarıdan kısa bir bakışla konuyu tanımlayabilmek için kullanılacaktır.

Sergileme duvar üzerinde planlanmıştır. C Print-Aludibond veya aynı teknik üstünden CNC kesim levhalar ile duvara yerleştirme yapılacaktır.


Öğr.Gör. Serdar Pehlivan
 
Biometrik Portreler Fotografik AfişSerisi

İnsanların ön yargılarını parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur.” (Einstein)

Son imgelerin izleri, tıpkı asla durulmayan dalgalar gibi, kolektif bilincin derinliklerine işlemiş olarak karmakarışık bir halde durmaktadırlar. Laikleşmeye, modernleşmeye, köleliğin, çok kadınla evliliğin ve haremin kaldırılmasına rağmen, kolektif bilinçaltında yer eden Türk imajı hala okul kitaplarında donup kalmış, eski edebiyattan miras kalan önyargılarla doludur (Servantie, 2005).

Önyargı, bir şey ya da bir kişiye karşı, nesnel gerçeklikten bağımsız, başka kişilerin etkisi altında ya da düşünmeden gelişen olumsuz hatta düşmanca elde edilen fikirdir. Önyargı negatif perspektiften ele alındığında toplumların ve bireylerin birbirlerine karşı korku ve antipati ile yaklaşmalarına neden olur.

Oryantalizm, Batı’nın Doğu’yu kendinin tersi, kendinde beğenmediği ögeleri yansıtan bir ayna olarak görmesidir. Başka olan (batılı ve Hıristiyan olmayan) olumsuz ve güvenilmez olarak addedilmektedir: eğer Batı normal, güçlü, hakim, üstün, gelişmiş, doğru ve erdemli ise, Doğu bunların zıddıdır; anormal, zayıf, aşağı, gelişmemiş, hatalı/sapkın ve erdemsizdir. Günümüz Türk imgesinde halen Avrupa’da 17. yy’da ortaya çıkan Oryantalizm akımının etkileri görülmektedir.

Yurdışında Türkiye denildiği zaman ilk akla gelen şehir İstanbuldur. İstanbul imgesi ile maalesef olumsuz Türk imgeleri de özdeşleşmiştir.

Avusturya ‘nın Salzburg şehrine bağlı küçük bir kasaba olan Hallein’de 2000 civarında Türk yaşamaktadır. Bundan dolayı bu kasabaya Klein İstanbul yani Küçük İstanbul denmektedir. Kış sporları ile popüler bir turizm merkezi olan Hallein’da az kar yağması nedeniyle turist sayısının düşmesinin sorumlusu olarak bile Türkler gösterilmektedir.


Arş.Gör. Banu Bulduk

"Kültür mü şehri oluşturur, şehir mi kültürden oluşur?
“İletiştim, iletiştin, iletiş…”


İstanbul şehri, coğrafi özelliklerinin cezbediciliği ile yıllardır göç almakta ve coğrafyasında değişik bölgelerden gelmiş insanları yaşatarak içinde barındırdığı kültürlerle mozaik görüntüsü çizmektedir. İstanbul’un mahalle ve insan profilinin gölge oyununun halk kahramanları olan Karagöz ve Hacivat karakterleri ile anlatıldığı bu çalışmada, Karagöz halkı, Hacivat ise entelektüel donanımlı insanları temsil etmektedir.


Düzeni temsil eden Hacivat, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutan bir karakter olarak tanınmaktadır. Osmanlıca konuşabilmesi ise eğitimli olmasıyla ilişkilidir. Karagöz ise, düz Türkçe konuşan ve eğitimli olmayan bir halk kahramanıdır. Hacivat’ın konuştuğu Osmanlıca
kelimeleri anlamamakta, onlara yanlış anlamlar yüklemektedir.


Ayrıntılarında İstanbul’u gördüğümüz Karagöz ve Hacivat, insanları eğlendirirken düşündürmekte ve toplumsal bilinç oluşturmada öncü rolü oynamaktadır. Bu özellikleriyle, Karagöz ve Hacivat ile İstanbul ve İstanbullu insanların yaşadıkları iletişim problemleri günümüz ile ilişkilendirilerek ele alınmaktadır. Yabancı sözcüklerinin dilimize yer ettiği günümüzde, izlediklerini anlamakta zorluk çeken kişi sayısı artmaktadır.

Türkçe kullanımında özensiz bir tutum, özgün olma adına var olandan uzaklaşan kelimelerle varlığı ifade etme biçimi çalışmanın sorunsalını oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı ise, dilimizin kirlendiğini farkındalığını oluşturmaktır. Hacivat’ın kullandığı Osmanlıca kelimeler projenin gelişmesinde esin kaynağını oluşturmaktadır.



Çalışmanın sergi düzenlemesi, duvar üzerine karakterlerin yerleştirilmesiyle gerçekleştirilecektir. Karakterler, dekota malzemeye üç boyutlu çıkış alınacak, konuşma kutucukları ise Hacivat ve Karagöz’ün ellerinde tuttuğu çubuk görüntüsü ile perde arkasından oynatılıyor izlenimi verecek şekilde konumlandırılacaktır.








Arş.Gör. Seza Soyluçiçek

“İstanbul Kahramanı”

“Kusurluluk” konulu İstanbul Tasarım Bienali kapsamında üretilen projede, İstanbul’daki insanların günlük yaşantılarında karşılaştıkları trajikomik kazalar ele alınmaktadır. İstanbul’da insanların günlük yaşamlarında gerçekleştirmeye çalıştıkları basit gereksinimlerin bile ne kadar zor olduğuna dikkat çekmeye çalışılmaktadır. Bu kapsamda bir dijital oyun gibi hayatta kalmaya çalışan bir kahramanın animasyonu yapılmıştır. Bu animasyonda, İstanbul’un çetin yaşam şartlarında savaşan bir kahramanın öyküsü ele alınmıştır. Bu çetin şartlarla karşılaşan karakterin kendini koruyabilmek için geliştirdiği savunma mekanizması ve dönüştüğü kişilik yansıtılmaya çalışmaktadır.
















Sergileme şekli ve gerekli ekipmanlar Projenin sunumu, karanlık bir alanda projeksiyon makinesiyle duvara yansıtılarak gerçekleştirilecektir. Animasyon gösterisini yapmak için 1 adet projeksiyon makinesi ve DVD oynatıcıya ihtiyaç vardır.


Arş.Gör. Fatih Kurtcu

"İsim-Siz İstanbul"


“Kusurluluk” konulu İstanbul Tasarım Bienali kapsamında tasarlanan projede Orhan Veli Kanık, Sait Faik Abasıyanık, Ümit Yaşar Oğuzcan ve Nazım Hikmet Ran’ın bazı eserlerinden İstanbul üzerine yazıları (görüşleri) sunulacaktır. Şiirlerin ve yazıların kusursuz formları (ve yerleri) üzerinde bazı değişiklikler yapılmıştır. İstanbul ve Türkiye için önemli yeri olan bu yazarların aynı şehir için farklı görüşleri, İstanbul’un değişken yapısına işaret etmektedir. 
























Teknik olarak hareketli tipografi seçilmiştir. Akar görüntü olarak sergilencek olan yazıların aynı zamanda seslendirilmesi düşünülmektedir. Bununla birlikte İstanbul sesleride arkaplanda kullanılacaktır. Böylelikle proje sadece görsel olarak kalmayacak aynı zamanda sessel olarak da, izleyiciye hitap edecektir.


Arş.Gör. Deniz Yeşim Taluğ
"İstanbul Algısını Oluşturmak"

İstanbul Tasarım Bienali 2012: “Kusurluluk” Projesi Kapsamında gerçekleştirilecek olan sergide sergilenmek üzere tasarlanmış olan projenin konusu İstanbul’u yeni bir vizyonla izleyicilerle buluşturmak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 13 Ekim 2012 - 16 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek İstanbul Tasarım Bienali’nin teması “kusurluluk”. Sonsuz katmanlara ve sürekli gelişen kentsel, sosyal ve kültürel değişimin getirdiği canlılığa sahip” olan İstanbul’un bu temanın içeriğini incelemek için en uygun şehir olduğu, tema metnini kaleme alan Deyan Sudjic tarafından belirtilmiş durumda. Bu bağlamda söz konusu proje İstanbul’un farklı yaratıcı potansiyeline övgü niteliği taşırken, İstanbul’un kimliğinin bakanın gözünde bir başka değişle bireysel algı ile şekillendiğine vurgu yapmakta. Söz konusu öznel vurgu Mobese şehir izleme sistemleri kameraların yardımıyla izleyicilerle buluşturmak hedeflenmektedir. Kameralardan canlı olarak yansıtılan görüntülerle kusurluluk temasına atıfta bulunulmakta, kusur ve kusursuzluğun insanın algısıyla, kültürüyle ve yaşam biçimiyle şekillendiği sorgulanmaktadir. Dünyaya İstanbul hakkında bir şeyler söylerken seyircilere öznel yorum yapma fırsatı canlı yayın sistemi ile hedeflenmektedir. Deyan Sudjic söyle demekte: “Her karar kişisel bir seçimdir; bir felsefenin sonucu değildir.” Bu durumda karar verme yetkisi seyirciye bırakılmıştır. İstanbul kusurlu mudur, kusursuz mudur?

Amaç:Kusurluluk Tasarım bienalinin temasını kaleme alan Deyan Sudjic’in sözleriyle Bir şehir olarak İstanbul kusursuzluktan çok uzak, buna karşın dünyadaki en enerji verici ve en hareketli şehirlerden birisi. Yeni nesiller için harekete geçirici olan kusurluluk, aynı zamanda ütopik bir bakış açısından vazgeçtiğimizi, onun yerine gündelik hayatın dağınık gerçekliğiyle çalışmaktan ilham aldığımızı kabullenmek anlamına geliyor. Burada sözü edilen gündelik hayatın dağınık gerçekliğiyle seyircileri buluşturmayı amaç edinmekteyiz. Günümüz seri üretim objeleri, orijinalin olmadığı, prototip ya da modellerin bulunduğu bir çağın ürünüdür. Aynı marka tarafından üretilen her ürün aynı özelliklere sahiptir. Bir açıdan da bu, insanın ayırt edici ve kişiye özgü olana yönelik arzularının, yani sahip olduklarımızı yalnızca bize ait kılma içgüdüsünün tam tersidir. İstanbul tektir ve kendine özgüdür ama Herkesin İstanbul’u farklıdır, daha düzgün bir ifade ile İstanbul algısı farklıdır. Amaç Kişisel İstanbul algısına gönderme yapmaktır. Çekici kılan da her bireyin İstanbul’unun diğerlerinden farklı ve bazı açılardan ayırt edilir şekilde kişisel olduğunu açıkça ortaya koymaktır.

Gerekli Ekipman ve Destek Listesi:
- En az 6 adet minimum 46” ebadında USB okuyuculu LCD Ekran
- Dijital Kamera
- Ekran sayısı kadar 8GB’lik Flash Bellekler.
- Ekranların bir arada durmalarını sağlayacak konstrüksiyon.
- 1 adet dizüstü bilgisayar.
- Ekranlar için gerekli bağlantı kabloları.
- Elektrik bağlantısı.
- En az 8mbps internet bağlantısı.


Arş.Gör. Deniz Kürşat

“Sayılarla İstanbul’da Yaşam”


İstanbul tüm güzelliklerine rağmen arada rahatsız edici yüzünü de bizlere göstermektedir. Kentin bu yüzü sıklıkla gözler önüne serildiği için neredeyse bir duyarsızlaşmadan söz edilebilir. İstanbul’a ait gerçekleri çoğunlukla görüntü ya da metin olarak algılıyoruz. Çoğu zaman, kent hakkında hergün izlediğimiz onlarca görüntüye karşı duyarsızlaştığımızın farkında değiliz. Oysa sadece görüntü ve metinler tek başına yeterli olmamaktadır. Bu durumda sayılar, kimi zaman hayata dair trajik ve dramatik şekilde yaşananları aktarmada iyi bir yoldur. İstanbul’a ait bazı gerçeklere ve bunlarla ilgili yapılan araştırma sonuçlarına dikkat çekmek için, infografik ögelerden yararlanmak, gerçeği daha çarpıcı bir şekilde ifade etme yolu olarak kullanılmıştır. Afişte ise dünyaca İstanbul siluetinin belirli ögelerine yükseklikleriyle orantılı olarak yerleştirilen yüzdeli ifadeler yer almıştır. Böylece mesaj hem görsellikle hem de sayılarla belirtilerek etkisi ve kalıcılığı arttırılmaya çalışılmıştır.

80 x 100 cm. ve 50 x 130 cm. boyutlarındaki biri afiş diğeri infografik olmak üzere iki çalışma mat kağıda çıktı alınarak fotoblok halinde sergi alanı içerisindeki çalışmalar için ayrılmış duvara uygulanması düşünülmüştür.

















Çağatay Alpay


“Canlılık”

İstanbul’un her geçen gün artan nüfusu coğrafi anlamda büyümesine, yani merkezinden dışına doğru banliyö olarak nitelendirebileceğimiz yaşam alanlarına doğru sarkarken İstanbul’un doğal yaşam alanları her geçen gün yerini beton yığınlarına bırakmaktadır.



Bu fikirden yola çıkarak İstanbul Tasarım Bienali için hazırlanan bireysel “Light Painting” tarzı fotoğraf serisinin ana fikri; İstanbul’un metropol yaşantısı içerisinde var olma mücadelesi veren insan ve doğanın arasındaki çarpıcı ilişkiyi görsel olarak soyut bir dille yansıtmaya çalışmaktır.



Metropol insanın doğal yaşamla olan çarpıcı ilişkisini görsel olarak tasvirlemek amaçlı günümüzün çağdaş görsel sanat dallarından “Light Art” türünün alt dallarından biri olan “Light Painting” sanat dalı tarzında çalışmalar oluşturulmuştur.



“Light Painting” isminden de anlaşılabileceği gibi ışık üzerine yapılan görsel çalışmalardan oluşmaktadır. Geleneksel fotoğraf tekniklerine dayalı olan bu sanat dalı, kullanılan yapay ışık kaynaklı malzemeler sayesinde kendi içerisinde modernize olmayı başarmış bir görsel sanat dalıdır. İçerisinde yapılış tekniklerine bağlı olarak hareket ve canlılık kavramlarını taşıyan “Light Painting” çalışmaları deneme ve yanılma yöntemiyle birlikte oluşan bir görsel kusurluluğa sahiptir. Bu görsel kusurluluk, planlı ama daha önceden tahmin edilemeyecek sonuçlara Sergileme Biçimi: bağlı bir kusurluluktur.

Proje 5 adet karanlık ortamda çekilmiş fotoğraftan oluşmaktadır. Bir bütün olarak sergilenecek olan fotoğraf serisi fotoblok üzerine 4 renk baskı ile hazırlanacaktır. Duvara asılarak sergilenecek olan fotoğrafların görsel sunumunu güçlendirebilmek için sergi salonunda aydınlık olmayan yapay ışıklarla desteklenmiş bir ortam tercih edilecektir.






Ahmet Eren Yiğitgüden
“Mihrimah Sultan Camii”

Proje: Osmanlı yıllarından günümüze İstanbul...

Kentin Osmanlı zamanından günümüze önemli mimari yapılarının 3-D modelleme (bilgisayar ortamında yeniden oluşturulması) ve film çekimleriyle canlandırılması.



Süre: 3 – 5 dakika

Projenin amacı iki büyük imparatorluğun başkentliğini yapan ve dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan İstanbul’un önemli mimari yapılarını hem bugünkü hem de geçmişteki halleriyle ortaya çıkartarak şehrin kültür hazinesini aktarmaktır. Bu hazine kent sakinlerine yaşadıkları şehrin kültürel zenginliğini göstermekle kalmayacak, İstanbul’un değerinin uluslararası arenada daha iyi anlaşılmasını sağlayarak “İstanbul” markasını güçlendirecektir.

Bu projede, Osmanlı’dan günümüze o mekânlardaki değişiklikleri ve tezatlıkları gösteren bir kısa film çalışması oluşturulacaktır. Bu bağlamda, üsküdar Çeşmesi ve Mihrimah Sultan Camii’nin bulunduğu mekânlarının Osmanlı zamanındaki ve günümüzdeki görüntüleri kullanılacaktır.

Tarihi akış içerisinde, üsküdar Çeşmesi ve Mihrimah Sultan Camii’nin bulunduğu mekânları 3D modelleme ve film çekimleri ile yansıtılacak, Osmanlı döneminde ise geçmişte yapılmış gravürlerden de yararlanılarak 3D modelleme teknikleri ve yapıtların bugünkü hallerinin görüntüleri kullanılacaktır. Film, tamamen görsel ağırlıklı müzik ile desteklenecektir.


Aynur Fomin 

“Kimlik”



İstanbul birçok sanatçı için bir kadındır. Bu projede de kadının bedenine farklı açılardan baktıkça İstanbul’un farklı yerlerini ve farklı yönlerini keşfederiz. Kiminde tarihi Haydar Paşa Garı’nın camlarına vuran akşam güneşini kendi teninde yansıtırken, kiminde dinlerin ve kültürlerin kaynaşmasından dolayı bir Tanrıça gibi güçlü ve gururlu dururken görürüz. Çalışmalar, fotoblok üzerine dijital baskı alınarak duvarda sergilenecektir.






Erol Çitci 

“Dolmuş Kullanma Kılavuzu”

Dolmuşçuluk, bütün Türkiye’nin olduğu gibi İstanbul’un da vazgeçemediği bir ‘kusurudur’. Ülkemizde ilk dolmuşların kullanımı Cumhuriyet sonrasında başlar. “1930’lu yıllarda tüm dünyayı etkileyen ekonomik kriz Türkiye’ye de yansıyınca, toplu ulaşım aracı tramvaya ilgi artmış, bu durum İstanbul’da taksi şoförlerini zor duruma sokmuştu. Şehirde dolmuşların ilk örnekleri de bu tarihlerde ortaya çıktı. Taksi şoförlerinden Civan Ali’nin önderliğinde başlayan uygulamada ilk hatlar, Taksim-Karaköy, Şişli Pangaltı, Fatih-Beyazıt, Sirkeci-Karaköy’dü (NTV Tarih, Kasım 2009 s.27).” Dolmuşçuluk yurtdışından gelecek olan birinin fark edeceği ilk “Tam Türkçe” durumdur. Dolmuşçuluğun tarihi Türkiye’de başlamamışsa da bizlere has özellikleriyle günümüze kadar gelmiş bir uygulamadır.

Dolmuşla yolculuk eden pek çok vatandaşımıza sorulduğunda faydalarından çok olumsuzluklarından bahsedeceklerdir. Dolmuşu beklemek, kapasitenin üzerinde yolcu taşınması, dolmuşa ‘binebilmenin’ yanı sıra dolmuştan ‘inebilmenin’ daha sorunlu hale gelmesi ya da şoförün ‘sürüş kabiliyeti’ sayesinde dolmuşta zaman zaman midenizin ağzınıza veya canınızın burnunuza gelmesi ilk akla gelen şikâyetlerdir. Dolmuşların gelişigüzel işletme anlayışı, trafik kurallarının hiçe sayılması ve yolcuların kargo paketi muamelesi görmeleri tam bir ‘kusurluluk’ örneği gösterse de dolmuşa binmenin de kendine has uygulamaları ve yazılı olmayan kuralları vardır. Yolcuların bu kuralları bilmeleri en azından yolculuğun daha çekilir hale getirilmesini sağlayacaktır.






“Dolmuş Kullanma Kılavuzu” dolmuşçuluk geleneğinin bazı önemli uygulamalarını ve kurallarını yazılı hale getiren ve onları mizahi bir biçimde görselleştiren infografiklerdir. Kılavuzun oluşturulmasında infografiklerden yararlanılmasının nedeni uluslararası bir dili yakalama çabasıdır. Çünkü İstanbul Türkiye kenti olduğu kadar uluslararası bir şehirdir de. İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün verdiği istatistiklere göre 2011 yılında İstanbul’a 8 milyonu aşkın yabancı ziyaretçi gelmiş. Bu durum, Dolmuş Kullanma Kılavuzu’nun görsel biçimlenmesinin belirlenmesinde önemli bir etkendir. Dolmuş Kullanma Kılavuzu şu alt başlıklarından oluşur;

- Para İletim Zinciri
- Dolmuşa Binme
- Dolmuş Durdurma
- Dolmuş Bekleme Evrimi
- Dolmuşta Çökme
- Dolmuşta Müzik Dinleme

Dolmuş Kullanma Kılavuzu 100x150 cm ebatlarında fotoblok üzerine dijital çıkış alınacak bir çalışmadır. Sergilenebilmesi için uygun ölçülerde duvar yüzeyi yeterlidir. Ancak bu ölçülerin sergileme mekânına uygun olmaması durumda ölçüler üzerinde değişiklikler yapmak mümkündür. Ayrıca bu çalışmanın pratiğe dönüştürülmesi açısından Dolmuş Kullanma Kılavuzu kitapçıkları da bastırılacaktır. Bu kitapların sergilenmesi için de bir adet standa ihtiyaç vardır.


Gizem Salman


“İstnabul Projesi”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder